Daha makineler insan teriyle çarklarını yeni yağlamaya başlamışken bu durumun saçmalığına gözlerini açan kompozitör, derdini ancak 75 yıl sonra anlatabiliyor

1800’lerde icat edilen buharlı makineler, ardından gelen endüstri devrimi ve bu devrimde büyük rol oynayan ülkelerin istediği standartlar sonucu insanların tek tipleşmeye, belli formların dışında yaşayamaması gündeme geldi. Tabi müzik de bundan nasibini aldı. Ancak 1900’ler öncesi ve sonrası bu kalıbı kırmaya çalışan dadaistler virtüözlükleriyle, “bakın bu iş böyle de yapılır” diyerek insanlara dertlerini anlattılar. Şu anki post-modernizm’in temellerini oluşturan bu akım, 1920’lerde gücünü kaybetse de sonrasında Marcel Duchamp ve İlhan Mimaroğlu gibi isimlerin bilinen estetik kalıpları kırarmasıyla “fluxus” adıyla anılıyor. Kalıpları kırma konusunda inatçı ve parlak bir zekaya sahip olan biri var ki, onun yazdığı kompozisyon, istediği şekilde ancak 1999’da çalınabiliyor. Ee, 1924’de onaltı piyanonun dört farklı bölümü aynı anda üst üste çalmasını istemek, bir de bunların üzerine uçak pervanesini enstrüman olarak kullanmak mı, 75 yıl sonra belki..

Wagner, Debussy ve Strauss hayranı ardından da tanıştığı Stravinsky’i idolü haline getiren George Antheil 1900 yılında New Jersey’de dünyaya geliyor. Tüm “çatlaklar” gibi o da yaşamının ilk anlarında kendini keşfediyor. Öyle ki onlu yaşlarının başında ailesinin aldığı ufak bir piyanoyu beğenmeyerek çekiçle parçalıyor ve müziği yaratmak için farklı bir çok yol aramaya koyuluyor. Yıllar ilerliyor, kendisi piyanonun canına okuyacak besteler çalmaya ve zaman ilerledikçe kendi bestelerini yazmaya başlıyor. 16 yaşında kendine yazdığı bir mektupta, “Ben mi deliyim! Herkes deli ama ben değilim. Bir de bana deli diyorlar. Yıllar sonra karşılaşacakları senfoninin şaşkınlığını yüzlerinde görmek istiyorum.” diyerek geleceğe attığı oltanın daha o zamandan neler avlayacağını biliyor. Çocukluğundan itibaren counterpoint ve armoni çalışarak piyanoda virtüözlüğünü kanıtlıyor. Constantin von Sternberg, Ernest Bloch, ve Clark Smith ile Philadelphia Konservatuarı’nda 1922’ye kadar eğitim alıyor. Ardından Avrupa’ya geçen sanatçı, Birinci Dünya Savaşı’dan sonra kendi formlarını bulmaya çalışan ülkelerde konser piyanistliği yapıyor. Yazının başında bahsettiğimiz muhteşem eseri Ballet Mechanique’in ilk versiyonunu, Airplane Sonata, Sonate Sauvage ve Woman Sonata’yı burada yazıyor. Bu yıllarda Avrupa sanat camiasından Eric Satie, Pablo Picasso, Stanley Burnshaw, Salvador Dali gibi isimlerle tanışıyor. Paris’ten Berlin’e geçtiği zaman ise hayatını etkileyen iki kişi, deli dahilerden biri olan Stravinsky ve eşi Böske Markus tanışma şerefine ulaşıyor. Ardından baş gösteren Nazi Almanya’sından Amerika’ya geri dönüyor. Burada Ballet Méchanique’in çalınması için bir sistem geliştiriyor.

Ballet Méchanique

Fransız dadaist ressam Fernard Léger ve sinematograf Dudley Murphy tarafından aynı isimle hazırlanan bir film için Ballet Méchanique’i yazıyor. Birbirlerinden bağımsız çalışan üçlü film ve müziği bir araya getirdiklerinde bir uyumsuzluk olduğunu görüyorlar. Müzik film boyunca iki kere dönüyor ve kısmen de olsa bir çözüm bulunmuş oluyor.

Ballet Méchanique şu anda dahi oturup evinizde keyifle dinleyebileceğiniz bir parça değil. Parçanın içeriğindeki enstrüman ve dizilişe bakarsak hem çalmak hem de dinlemek için ne kadar yoğun bir performans gerektiğini daha iyi anlıyoruz. 16 piyano için 4 ayrı bölüm, 4 davul, 3 ksilofon, bir tam-tam, yedi elektrikli zil (bildiğiniz kapı zili), bir siren ve 3 farklı uçak pervanesinin sesi ile iki piyanist için tüm bu parçayı yazıyor. 14. dakikadan 30 dakikaya kadar olan kısımla ise sürekli oynuyor ve farklı brtütal anlatımları müziğe iyiden iyiye yediriyor. Öyle ki Antheil karttan çalan piyanolara benzer bir sistem tasarlayarak 16’lı piyano grubunu gerçekten mekanik bir yapıda çalmasını istiyor ancak bu gerçekleşmiyor. Belli bir senkron içinde çalmasını istediği teori ancak 1999 yılında MIDI konusunda uzman Paul Lehrman’a ulaşan dataların bilgisayara aktarılmasıyla tam da Antheil’in istediği senkronizasyon sağlanıyor. Antheil zamanında 10 piyanist ile New York Carnegie Hall’de çalınıyor. Fakat bu da hem teknik hem de sosyolojik anlamda bir fiyaskoyla sonuçlanıyor. Enteresan bir bilgi de Antheil’in hemen her konserinde kavga çıkıyor olması. Seyirciler üzerindeki kaotik etkisi o kadar büyük ki insanlar birbirlerinin o güzel kıyafetlerini parçalamak için ellerinden geleni yapıyorlar anlaşılan. Ve Ballet Méchanique 60 yıl daha çalınmamak üzere rafa kaldırılıyor. Fakat 1999’daki girişim, Yamaha’nın Disklaviers model otomatik çalar 16 piyanosunu Jeffrey Fischer yönetimine vermesi, Juanita Tsu ve Tufts Üniversitesinden John McDonald’ın katılımıyla Massachusetts Üniversitesi konser salonunda binlerce izleyicinin önünde 18 Kasım’da Dünya prömiyerini yapıyor. Yıllar sonra bu saygı duruşunu belgeseller ve müzik cd’si olarak internetten sipariş edebilir, 1924 yılında bir biomekaniğin neler çektiğini bir parça da olsa anlayabilirsiniz.

Sinematek anlatım

Dönemine geri döndüğümüzde Antheil artık uslu bir çocuk görünümde Hollywood’a sızıyor. Büyümekte olan sinema sektöründe 1930-58 arası birçok filmin müziğine imza atıyor. Bu arada bir de “Bad Boy of Music” adında otobiyografisini yazıyor. Öte yandan da özel ilgi alanı olan, kabaca hormon bilimi diyebileceğimiz endokronoloji (!) Esquire Magazine’e makaleler yazıyor. O yıllarda karmaşası doğasından muzdarip George Antheil 16 yaşında bahsettiği senfoniyi yazmakla da kalmıyor. Birbirinden bağımsız birçok disiplinle iç içe yaşayan sanatçı, çok enteresandır, ses dalgalarıyla oynamak adına giriştiği çalışma sonucu, güzel yüzlü Hedy Lamarr ile şu anki wireless teknolojisinin temeli olan “Spread Spectrum Frequency” icat ederek ses dalgalarının yayılmasını sağlıyorlar. Radyo olsun, telsiz olsun hepsi bu ikilinin başı altından çıkıyor ve II. Dünya Savaşı’nın kaderini de gene bu icat belirliyor. 1959 yılında erken gelen bir kalp krizi sonucunda hayata gözlerini yuman sanatçı günümüz post-modernistlerinin ilk çığlıklarını o yıllarda atarak sonsuz boşlukta yankılanmasına önayak olanlardan biri sayılıyor.

Fi tarihinde Basatap için kaleme alınmıştır.