Bu blog girdisi 20 – 21 Şubat günleri tamamlandı. O günlerdeki fikirlerimizin pratik karşılığımı görmek için bekletildi, yayımlanmadı. Eylem gerçekleşti, şimdi yayımlıyoruz.
Yazının başlığı işin cılkının çıkmasından, eğlence kültürüyle eylem pratiklerinin karışmasından çıkma. Nedenini de bir süredir konuyu tartıştığımız Tufan Demir‘in özeti ve benim de ekleyeceğim yorumlarda göreceksiniz. Önce Tufan Demir’in neden cumartesi gecesi Beyoğlu’nda yapılan eylemlere katılmadığını ve bu eylemlerin yarar/zarar dengesinde amaca hizmet edip etmediğini açıkladığı metni paylaşıyorum, sonrasında da kişisel yorumumu ekleyeceğim. “Yılların eylemcisi” değilim, fakat emek harcadığım tonla kamusal alan eylemleri ve eğlenerek eylem yapma pratikleri olan eylemceleri kurguladığımdan, organizasyonel yapılardaki meslek tecrübeni de ekleyince, iki kelam sarf edecek bilgiye sahibim. Bunu da kişisel yorumumun başında daha açık izah edeceğim. Aşağıda Tufan Demir’in 20 Şubat 2014 günü Facebook sayfasında paylaştığı metni ile başlıyoruz:
—
22 Şubat 19:00’da Taksim’e gitmiyorum, gidenlere bir sözüm yok; zaten bu konuda kimsenin kimseye karışma hakkı da yok. Ancak açıkta bir çok belirsiz konu varken eylem çağrısı yapan oluşumların aldıkları kararları kendilerinden başkalarına sormadan uygulamaya geçirmeleri konusunda kafamda oturmayan noktalar var.
Gezi’den sonra yeni bir protesto kültürü oluştu, oluşsun gayet güzel; yapılan haksızlıklara karşı ses yükseltmek zaten doğal olanı. Gezi ile ilgili bir çok olumlu çıkarım yapabiliriz ama konu bu değil. Konu yeni protesto kültürü ile beraber oluşan bir çeşit Gezi fantezisi. Her eylemde, her buluşmada, her sloganda tekrardan 31 Mayıs gecesine dönme arzusu ve bu arzunun giderek protestoların asıl motivasyonu olmaya başlaması.
Son iki-üç ayda protestoların büyük çoğunluğu cumartesi akşamı yedide gerçekleşti. Hepsinde de kitleler tam toplanamadan dağıtıldı, dağıtılmayan kitleler de bir iki saat içinde çözünüp gittiler. Fakat sabahlara kadar gaz atıldı, İstiklal TOMA’larla yıkandı, Taksim OHAL bölgesine dönüştürüldü. Hiç bir detaya girmeden bile bu manzara geç yapılan protestolar hakkında soru işareti yaratıyor.
Şimdi Pazar olsa polis saldırmayacak mı diye sorabilirsiniz. Tabii ki saldıracak ama hatırlayın, Haziran’da polis saatlerce uğraşıp iki metre anca ilerleyebiliyordu, olmadı mı geri çekiliyordu. Çünkü karşılarında dağıtılmamış kocaman bir kitle buluyorlardı. Elimizde bir sürü Pazar günü başlayıp da büyük kalabalıklara ulaşmış eylem örneği varken bu Cumartesi gecesi takıntısını ben anlamıyorum. Haziran’da hava kararınca ara sokakları hatırlayanlar, bu sokakların korku tünellerine nasıl dönüştüğünü de hatırlıyordur. Şimdi ise bu cumartesi eylemlerine bahsettiğim korku tünellerinden geçilmeden ulaşılmıyor. Bir çok insan da bu tip riskler almadığı için eylemlere katılmıyor.
Peki Taksim’de insanların toplanamadığı ama tüm gece semti OHAL’e sokan eylemin bize ne faydası oluyor? Sesimizi duyurabiliyor muyuz? Eh ama büyük bir sorunla beraber. AKP medyası ve yandaşları, kalabalıkların toplanamaması ve bir eylem ortamından çok kaçışmayı andıran protestoları AKP karşıtlığının azalması şeklinde lanse ediyor, hacimce küçülmüş bu sokaktaki direnişi de aşırı sol örgüt işiymiş gibi göstermeye çalışıyor. Böylece bu Cumartesi gecesi takıntısı bir de eylemi gereksiz yere haksız göstermiş oluyor.
Topbaş’ın ahşap tabela günleri ile başlayıp “Güzel Beyoğlu Projesi” ile devam eden Taksim’i çirkinleştirip bir Sultanahmet yaratma çalışmaları son 3 senedir inanılmaz bir hızla devam ediyor. Masaların kaldırılması, oturmuş kaliteli mekanların bu düzende kaybolup yerlerine mafyacı mekanların açılması, dışarıda içki yasağı vs vs zaten Taksim’i kurutmuş durumda. Bir kısım mekan geçen yazı atlatabildi, azımsanamayacak bir kısmı kapatmak zorunda kaldı.
Yazın süren protestoculara saldıran mafya destekli 2-3 mekan oldu ancak bir çok mekan ve çalışanları hem fillen protestolara katıldılar hem de mekanlarını protestoculara açtılar. Şimdilerde ise bu mekanların bir çoğu iflas eşiğine doğru gidiyorlar ve bunun sebebi polislerin Cumartesi gecesi gerçekleşen eylemlere yaptığı orantısız absürd saldırı. Özellikle Nevizade gibi görece daha kalabalık olan sokaklara protestolar bitmesine rağmen rastgele gaz bombası atılmasına şahit oldum. Amaç müşteri sirkülasyonunu engellemek, yandaş esnafı protestoculara karşı kışkırtmak, karşıt esnafı da Beyoğlu’ndan kovmak ve böylece kendi kontrolü altındaki sponsorlu, zevksiz ama zengin görünen Beyoğlu’nu yaratmak.
Son zamanlarda eylemlerden geriye neredeyse sadece çekilen güzel fotoğraflar ve zekice kurgulanmış espriler kalıyor; siyaset konuşmayı bıraktık. Bu durum da normal gelmiyor bana, eylemin estetiği eylemin kendisinden önemli olmaya başlıyorsa, sirenlerin çalması gereken bir durum var ortada; aynı eylemin esas gayesinin unutulup 31 Mayıs’a dönme arzusunun amaca dönüşmesi gibi. Şimdi birileri bu alışkanlıkları güzel analiz edip kitleleri sürüklüyor eyvallah, ancak iletişimin bu kadar geliştiği çağda karar verme noktasında yukarıda saydığım sebeplere rağmen katılımcı bir yapıya davet etmiyorsa ortada bir sorun var. Bu sorunun varlığı yüzünden de 22 Şubat 19:00’da Taksim’e gitmiyorum.
Tufan Demir
—
Facebook sayfasındaki paylaşıma ilk eklediğim yorumu da buraya ekliyorum devam niteliği olarak: 2010 – 2011 – 2012 internet sansürü yürüyüşlerinin hepsinin organizasyonunda fiilen aktif yer almış biri olarak şunu diyebilirim ki tufan’a %100 katılıyorum. İnternet eylemleri tıpkı onur yürüyüşleri gibi internetin doğasını görünür kılan, çeşitliliğiyle rengarenk festival gibi geçen yürüyüşlerdi ve herkesin sesini duyurması için etkili olmuştu. En sonuncuya da 50bin kişi katılmış, İstiklal Caddesi’ne girecek yer olmadığı için birkaç bin kişi de metro ve parkın orada kalmıştı.
Öncelikle hepsi 13:00 – 14:00 gibi yapılıyordu, gün yüzüyle. Hem gece baskısı medyaya haber yapabilme imkanı veriyor, hem de yazılı basında da yer buluyor hem de tüm gün tartışılıyordu.
Bu zaman ve yerde yapılan yürüyüşe emin olun ve malesef çok az insan katılacak. Hatta şunu net söyleyebilirim kişisel olarak, onca olay burnumun dibide oldu, evime ulaşamadım uzunca günler felan; kafa dağıtmak istiyorum. Çoğu direnişçi de bunu yapmak istiyor çünkü düşünmek için biraz olsun gülmek, eğlenmek, içmek, sıçmak,vs.. gerekiyor.
Sen cumartesi gecesi bunu yaparsan şimdilik saygı duyarım ama bir saatten sonra yeter de derim gibime geliyor. He yeter dersem kime derim, kendime derim kalkar uzakta bir yere kafa dinlemeye tatile giderim.
Erdem Dilbaz
—
24 Şubat notu: Yorumlar çoğaldı 3 günde. Sizler de tarışmaya katılın, fikrinizi belirtin. Dallanıp budaklanan bakış açıları arasından eylemlerin kitlesel çeşitliliğini koruyarak ilerlemesini sağlayacak stratejileri birlikte çıkartalım.
2 comments
Gabriel says:
Feb 26, 2014
yalnız yazdığın şeyler blog yazısından ziyade, “dostum Tufan şunları şunları demiş”-in özeti ve “dostlar çarşıda görsün bende bir-iki paragraf yazayım” kadar zorlama duruyor bu yazı. dışarıdan bakınca öyle görülüyor yani. Herkes kendi inandığı değerler kadar varolur aslında, kendini de dünyayı da böyle varsayar. siz böyle düşünüyorsunuz, okeydir. ancak “olmaz”, “yapılmaz”, “hayır” gibi net cümleler yerine, “ben böyle olmasını tercih ederdim” deseydiniz, daha anlamlı olabilirdi. yani siz böyle düşünüyorsunuz, eyvallah.
bu sizin doğrunuz. başkalarının doğrusu da kendi eğiliminedir. Karşıt bir görüş sergilemek istemem -ki öyleye de değilim- ama yandaş bile olsak, bakış açılarınız çok egoist.
Ayhan says:
Feb 26, 2014
Düşüncelerinize katılmakla birlikte, katıldığım bu noktanın etkilerinden bahsetmek istiyorum.
Bir Pazar günü ailemle birlikte derdimi anlatmak için çıkmak istiyorum gündüz vakti sokağa. Gündüz diyorum çünkü provake etme ve edilme riskinin daha az olduğunu düşünüyorum. Daha neşeli geçmesi önemli değil ama daha kalabalık ve aklı başında kontrollü bir protestoya dönüşeceği için Pazar gününü destekliyorum.
Sorulması gereken en önemli soru “Esas yaptırım gücü kimde”
Bana göre bu güç evinde oturup internet başından veya tv’den gelişmeleri takip edenlerde. Değinilmesi gereken konu bu insanların sokağa çıkması nasıl sağlanır. Gezi de nasıl sağlanmıştı?
Hiç kimse buna cevap veremiyor!
Fakat şu bir gerçek ki kör gözün karanlığında gerçekleştirilen her eylem o evde ki gücü daha da etkisiz hale getiriyor. Ve iktidarın güç kaynaklarını daha da kuvvetlendiriyor.
Dediğiniz gibi eyleme neşe katmalı. Sen onu sen bunu, şunu demeden insanlar kendiliğinden o aşkla düşmeli yollara. Ne konser vaatleri ne de başka yöntemler olmalı içerisinde sadece orada olmak olmalı.
Sahi daha önceki o başarılı eylemler nasıl gerçekleşmişti? 50 Bin kişi nasıl öyle rengarenk tam da bir yaz gününe yakışır neşe içerisinde bir araya gelmişti? Hatırlayanınız var mı?
Ben de hatırlamıyorum! Çok süre de geçmedi oysa üzerinden! Sadece düşünelim… Vazgeçmeyelim… Sevgi ile üç kişi de olsak 5 kişi de olsak olmamız gereken günde ve yerde orada olalım. 10 binlerce insan beklentisi olmadan varolmak için çıktığımızda evimizden ben inannıyorum her şey çok güzel olacak…