1800’lerin ilk çeyreğinde, yazın halkın serinlemesi için deniz hamamları kurulur.
“Kadınların sesleri duyulmayacak kadar mesafe” birim ölçüsüyle hem kadınlar hem erkekler için bu mesafede iki hamam yanyana oturtulur.
Tahta bir iskeleden gidilen yol sonunda dört tarafı ve tepesi açık veya kapalı, ortada suya atlayacak, girip çıkacak avlu havuzlar oluşturan bu yapılar bir dönem öyle revaçtadır ki 1872’de İstanbul’da 60’tan fazla noktada deniz hamamları bulunur. Bakırköy, Bostancı, Yeşilköy, Moda, Salıpazarı ve Büyükdere, popülasyona da bağlı olarak, en popülerleri yıllarca hizmet verir. Hatta İzmir’de de, Mütesellim Tahir Paşa’nın izniyle 1829 yılında üç tane deniz hamamı yapılır. 1940’larda dahi hala İstanbul’da deniz hamamları vardır.
Deniz hamamları bir şekilde tedavülden kalkmaya yakın, hemen hemen aynı yıllarda, 1940’larda; Mimar Ahsen Yapanar “Yüzen Ev” projesini halka açar. Variller üstünde duran 25m2 alanda bir kutu, içinde yatak ve oturma odası, tuvaleti, mutfağı ve önünde sevimli minik bir terası vardır bu yüzen evin.
Bu yapı öyle ilgi çeker ki 70’li yıllarda artık modern tasarımlıları da dahil İstanbul sularında onlarca yüzen ev vardır. Deniz sevdalısı İstanbullular belki de hamamların kaybını yüzen evleriyle kişiselleştirerek giderirler. Yıllar içinde denizin kirliliğine bağlı bakım ve kıyı bağlama masrafları ile bu evler de kadük kalır.
Sanırım bu yüzen evlerin yüzü suyu hürmetine kendisi de bir mühendis olan XXX Zeren Bey (henüz ismine ulaşamadım) ** heyecana gelir ve kendi yüzen evini kendi becerileriyle yapmaya karar verir.
Kararını vermiştir vermesine ama bunu kendi tarzında yapmaya da and içmiştir. Bu yüzen ev güçlü bir motora sahip olacak, silindirik şekliyle mutfağında oturduğunuzda 360° görüntü verecek ve istendiğinde motoruyla uzun yolculuklara çıkıp güneşi yakalayacak ki terasında keyifle güneşlenip gece içinde uykuya dalınabilecek halde inşa edilecektir.
Zeren Bey dediğini de yapar. Fotoğraflarda gördüğünüz “Deniz Evi”ni 2010 yılında dönemin Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ve Başbakanı RTE ile, Tuzla’dan ya da Gebze’den, denize indirilir. Amaç bu dünyada eşi benzeri olmayan aracı görünür kılmak, denizcilikte yeni bir kol daha yaratmak, önce Türkiye’de sonra da Dünya’da meşhur ederek bol bol satmaktır. Bu nedenle Binali Yıldırım bu aracın Haydarpaşa’nın ilersine, gümrük malı canavarlarının ayaklarının oralarda bir yerlere sabitlenmesini ve gelene geçene kendini göstermesini ister. Hacıyatmaz testlerinden bile alnının akıyla çıkmış suya nazende uyum sağlayan güzelim yapı gayet içten kıvırtmaya başlar. Ve fakat tam o noktadaki mühim bir çok denizcilik işletmesi Deniz Evi’ne aynı değeri gösterecek planlamada değildir ve kendisini sağa sola savurarak yıpratır, boyalarını söker, kollarını çürümeye terk ederken bir kuytuda evsizlerin artık içinde ateş yaktığı, sidik kokulu bir ucubeye döner. Hiç birimiz de farketmeyiz bunu, herhalde o kuytuya geldiğinde çoktan hali perişan olmalıydı ki dikkatimizi çekmedi.
Ne var ki mühendis Zeren Bey olanlardan dolayı aklını yitirmek üzereydi. Vidasından dümenine kadar tasarladığı dünya tatlısı tekne elinden güle oynaya alınmış, bırakın kötü yola düşmeyi sokağa terk edilmişti resmen. Kimse ilgilenmedi. Deniz Evi aylarca, yıllarca kara kışla, sert sularla, ateş gibi çeliğine düşen güneşle mücadele ederken mühendis Zeren Bey de ta derinde her damla acıyı gün be gün yaşıyor, yavrusu Deniz Evi’ne yardım edemediği için dizlerini bir de bu nedenle dövüyor; harab oluyor, bitap düşüyordu.
Bu süreci en başından beri Zeren Bey’le aynı heyecanla takip eden biri daha vardı. İlk çizimlerini gördüğü, yorumlar yaptığı, tasarım aşamasına fikir beyan eden ve üretiminde de elinden gelen yardımı esirgemeyen Nihat Önder Bey’di, Deniz Evi’ni kurtaracak olan.
Nihat Bey; Küçük Mustafa Paşa Su Ürünleri Kooperatif’inin başkanı. Ayrıca Türkiye’de denizcilik eğitimi ehliyeti almak için gerekli tüm organizasyonu Milli Eğitim Bakanlığı’yla birlikte hazırlayan derneğin de başkanı. Ha bir de, Sinoplu iş insanlarına ağırlık veren bir dernekte başkanlığı var ya da yönetim kurulunda anladığım kadarıyla.
İşte Nihat Bey gene bir gün küçük prefabrik kare kutusunda telefonla konuşurken göbeğinin itip geri çektiği masanın üstündeki kağıtlara notlarını alırken bir telefon daha gelir. Mühendis Zeren Bey zor durumdadır, ne yapacağını bilemez haldedir. Üstüne üstlük Zeren Bey gerçekten delirmenin eşiğindedir zira Alzheimer olmaya başlamıştır.
Tüm bu keşmekeş içinde bir de aklını yitirdiğini farkedip unutan Zeren Bey’in tek bir ricası vardır.
Ricanın ne olduğunu bilen Nihat Bey Deniz Evi’ni satın alır, bakımını yapıp temizler, boyasını bitirir. Tekneyi bir kendine getirir. Bağlantılarını da kullanarak ona özel tekne statüsünde lisans alır, bir de içkili restorant ruhsatını da çıkartıp su kooperatifinin önünde, Haliç’in Unkapanı’ndan ayrıldığı Eski Tekel Fabrikası/Kadir Has Üniversitesi’nin karşısındaki yakın açıkları Deniz Evi’ne ev yapar.
7.2 metre çapında, 16 ton olan bu silindir tekneyi Volvo Penta 235 beygir bir motor götürüyor. Öyle böyle de götürmüyor. Nihat Bey’in hayalinde bu yavruyu daha nezih ve sakin bir koya götürmek, değerinin anlaşılacağı noktalarda hem keyfi hem ticari değerlendirmek var. Düşünün ki “Bunu ben Sinop’a götürmek istiyorum” dediğinde sorduğum ahmakça “Abi ama kaç gün sürer?” sorusuna bile keyifle “Sürsün 5 gün 6 gün, ne olacak ki; keyfime baka baka gider, her durakta rakımı içer yemeğimi yerim.” diye cevap verdi.
Keyif adamı Nihat Bey Sinop’ta doğduğundan beri denizde. Bu araca da hak ettiği değeri veriyor. Giriş katını restoran yapıp eğitimli aşçılar olan oğlu ve gelininin işletmesine vermiş. Yerli/yabancı turistlere özel yemekler düzenleyip bir yandan da boğazın serin sularında teknesini yüzdürüyormuş. Malum pandemide bu ticaret kapanmış ama Nihat Bey’in de işine gelmiş.
Hazır kimse yokken bu araçta yatıp kalkmayı daha da sık tercih eder olmuş. İstanbul’daki en taze en lezzetli balıkları bulan Nihat Bey, akşamına rakısını açıp, hava soğuk da olsa ikinci kat terasındaki girintiye sıkıştırdığı dört kişilik masasına çıkıyor, altına da bir ısıtıcı koyup yağarsa kar bile izleyip geceyi gündüz eyliyor.
“Bazen” diyor, “canım çeker kalkar evden gelirim gece gece, hanım bazen çok bozuluyor.”
Bir kaç kez buraya gelmeli hikaye anlatınca merakımı celbetti, sordum ben de, herhalde Cibali’de
Zeyrek’te, en olmadı Kumkapı’da oturuyordur da geliyordur diye “Nerede oturuyorsunuz Nihat Bey?” diye. Demez mi bana “Avcılar”!
Öyle bir sevda, öyle bir koruma, böyle bir güzel aşk hikayesi İstanbul’un yaşayan tek deniz evi.
** Mühendisin adı Zeynel Parla. Deniz Evi üretimi ve Zeren Denizcilik’in planlarıyla ilgili hikayenin başka bir boyutunu da anlatan habere buradan erişebilirsiniz.