Uzay boşluğundan önünüze düşen kocaman bir ekran görüyorsunuz. Hemen zamanı durdurun, bu aletlerle oynamak için istediğiniz kadar zamanınız var artık.
Teknoloji ve insanın birbirine yakınlığı gün geçtikçe artıyor. Yarı insan yarı makine derken hiç aklımıza gelmeyen bir şeyi başardık sayılır. 4.boyut zamandaki bükülmeden yararlanabileceğimiz, zamanı elimizin içinde oynatabileceğimiz makinelerin bulunması ve bu makinelere dokunmak: Sanat, teknoloji, evet, hayır, bir saniye…
Zaman mekan doğrultusunda tartışılan o kadar çok algoritma var ki insanın kafasının karışmaması neredeyse imkansız. Teknolojik gelişmelerin sonucunda bu baş ağrısından kurtulmamız pek de mümkün görünmüyor. Bu dünyevi karmaşadan çıkabilmek için algıladığımız Dünya’nın boyutlarını değiştirebilseydik diyoruz çoğu zaman. Diyoruz da, boyutlar değişince şaşırıp kalıyoruz. Fakat bu boyutları değiştirme işini hep sanatçıların eline bırakıyoruz. İçinde bulunduğumuz bilişim çağında kazanılan ivme de sanata yansıyor. Özellikle görsel sanatlarda farklı yapılanmalar gözlüyoruz. Aklımızın ucunda gezen şeyleri artık yaşatabiliyoruz. Televizyona elinizi sokup ekrandaki görüntüyle oynamanın sıradan bir eğlenceye dönüştüğünü düşünebiliyor musunuz? Ya da gölgenizin kişilik kazanıp sizden kaçması ve ardından üzerinize atlaması?
ASCII kodlar tarih oldu, yeni kodlar yeni sanat
Son dönemde hareketli kontrol ve projektörle yükselişe geçmeye hazırlanan, güncel sanatların geldiği birkaç noktadan biri de izleyiciyle etkileşimli yegane sanat eserleri artık. Bir bez üzerine yansıtılan görüntülerde yaratılan bu teknolojiyi yaratmak da zaman, para ve yaratıcı bir ekiple uzun süreli çalışmalar gerektiriyor. Daha önceleri harflerle ya da simgelerle yapılan görsellerin yazıldığı ASCII kodlarının işlevi, eserde kullanılan programınkilerle aynı işleve denk geliyor. Yazılan sayesinde görseli takip edebiliyorsunuz. Bu işin sanat boyutu getirdiği yenilik açısından tartışmalara neden olacak gibi. Teknik anlamda her kriter yerli yerinde; orijinal bir fikir, onu hayata geçiren bir insan/lar tarafından derdini anlatabilecek bir forma sokuluyor. Ancak olayın mekaniği kodlar üzerinden gidiyor. Görsel şölene dönen bilgisayar diliyle insan temasını sağlayabilen bir sistemi ekranda görmek ve farklı duyularla da hissedebilmek çekici bir deneyim gibi gözüküyor.
Bilgisayar oyunları ortaya çıktığı ilk günden itibaren karakterlerin komutlarla uyumlu çalışması için belirli kodlar yazılıyor. İşin bu kısmı bize tanıdık gelen yanı. Bu tip hissedilebilen renklerin yaratıcılarının neler yapabildiklerini üç boyutlu karakterleri gördüğümüzde daha iyi anlıyoruz. Biz anlamaya başladığımız nokta da ise onlar anlaşılmamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Eşi benzeri olmayan bu görsel şölen sistemlerinden biri olan “Mine-Control”u hazırlayan Zachary Booth Simpson, bu eserle dünyanın bir çok yerindeki güncel sanat müzelerini geziyor. 2000’den itibaren üzerinde çalıştığı sistemi geliştiren mine-control ekibinin son çalışmalarından biri; bir bez üzerine yansıtılan görüntü üzerinde elinizle çizim yapma imkanı sunuyor. Bir tek bu olsa gene iyi. İşin en can alıcı kısmı, çizdiğiniz iki boyutlu cismin üzerinde bir noktaya parmağınızı koyup herhangi bir yanından kaydırdığınızda çiziminiz üç boyutlu oluyor ve dönmeye başlıyor. Örneğin bez üzerine bir çöp adam çiziyorsunuz. Bu çöp adamın kafasına parmağınızı koyup sol kolundan çevirirseniz karakteriniz kendi çevresinde dönmeye başlıyor. Objeye kazandırdıkları hareketin sonlanması için parmağınızı karakterinizin kafasından çekmeniz yeterli. Parmağınızı çektiğiniz anda çöp adamınız sistemde kullanılan yazılım sayesinde yer çekimine yenik düşüyor. Diğer bir örnek ise, projektörden yansıtılan bir sürü kelebeği kollarınızı açarak beklemek!? Bir sürü renkli kelebeğin dolaştığı bezin karşısına geçip kollarınızı açarak beklediğinizde, beze yansıyan gölgeniz alınan geri bildirim nedeniyle, gerçek ve yaratılan dünya birleşiyor, bezde kollarınızın üzerine konmuş bir sürü kelebek görüyorsunuz.
Khronos Projector
Bu tip projelerde kullanılan sistem yazılım dışında aynı sayılır. Görselin yansıtılacağı bir alan, bir ya da birkaç projektör ve kamera sistemi. Geri kalanı fikri yaratan ve gerekli programı yazan ekipler arasında ortaya çıkan sınırları olmayan bir örneklendirme süreci oluyor. Zamanı bükmek tabirinin kullanılabileceği bir diğer proje de Alvaro Cassinelli’nin geliştirdiği “Khronos Projector”. Cassinelli, kayıt ettiğimiz zamanı şekillendirebileceğimiz bir yapıyla karşımıza çıkıyor. Zamanın kıvrılması ve kırılması konularındaki köklü çalışmalarının sonucu olarak ortaya çıkan bu projeksiyon sisteminde; ekrana yansıyan görüntünün formunu dokunarak değiştirebiliyorsunuz. Uzay-zaman kavramını sanal bir kutu içine sıkıştırdıktan sonra geliştirdikleri lens sayesinde ekrandaki dokunuşun yoğunluğuna göre kayıtlı görselin formunun üzerine gene aynı görsele ait başka bir zaman dilimini getiriyorlar. Karşıdan karşıya geçen bir insanın görüntüsünü bir küpün içine dağıttığımızı düşünürsek, bizim ekrana ya da beze olan müdahalemiz geri plandaki lensin algoritmayı belirlemesiyle küpü ekseinde çevirmeye başlıyor. Nasıl bir küpü çeviriyorsanız görseli de o şekilde yönlendirebiliyorsunuz. Sabit imaja ne kadar yoğun bir hamle yaparsanız zamanda da o kadar geri kalmış bir açıyı harekete geçirmiş oluyorsunuz. Karşıdan karşıya geçen adam örneğinde olduğu gibi hareketsiz imajın dokunduğunuz noktaları harekete geçiyor ve işaretlediğiniz yerdeki zaman görüntü olarak karşınıza geliyor. Yani bir anlamda hareketli resim denebiliyor. Dokunduğunuz resim karesinin yaşandığı anı görebiliyorsunuz. Bu tip makineler geliştirilir ve kullanılabilecek formlara sokulursa fotoğraf albümlerimizdeki resimlerin bize daha fazla bilgi vereceği kesin. Çektiğimiz bir fotonun içinde yaşayan bir dünya görmek kavramı da mecazlıktan kurtuluyor artık.
3 saniyede 10 parmak hızına çıkan ekranlar
Zamana müdahalenin bir başka boyutu da dokunmatik ekranlar üzerinden geliştirilen sistemler. Uzun süredir varolan dokunmatik ekran teknolojisine yeni bir kullanım alanı yaratan araştırmacı ve yenilikçi bir grup, bu ekranların en büyük problemi olan aynı anda birçok dokunuştan sinyal alamama ve buna bağlı olarak da birden fazla noktadan yürütülmesi gereken işlere cevap verememe sorunsalını ortadan kaldırıyor. Geliştirdikleri 91×61,5 ekran üzerinde istediğiniz programı ara yazılımı sayesinde kullanabiliyorsunuz. Ekran üzerinde işletim sisteminiz Windows ise onu da kontrol edebiliyorsunuz. Kontrolü en net gözlemlediğiniz ortam ise grafik programları oluyor. Seçtiğiniz resmin köşelerinden tutarak içe/dışa hareketlerle yakın-uzak ayarlarını yapabiliyorsunuz. New York Üniversitesi matematik bilimleri fakültesinden Bay Jeff Han tarafından geliştirilen dokunmatik ekranın kullanım alanın genişliği eğlence amaçlı da kullanılabiliyor.Bir çok programla uyumlu çalıştığından bir o kadar da eğlenceli yanları bulunuyor bu ekranın. Kocaman bir oyun makinesine çevirip birkaç kişi aynı anda oyun oynayabiliyorsunuz. Öte yandan arcade makinelerinde oynama keyfini yaşayabiliyorsunuz da. Sonuç olarak, yeni teknolojilerin getirdiği boyutlar yaratım ve üretim sürecini hızlandırdığı gibi, kullanım alanlarını geniş tutup teknolojik ürün sayısını azaltıyorlar. Uzay-zaman kavramı üzerine giden “sanatçı”lar da boyutlar arası geçiş kapılarını olabildiğine canlı tutmaya çalışıyorlar. Gelecek teknolojisinin sınırı olmadığını bu günden görmek aklımızı çelmeye yetebiliyor. Evet, biz de istiyoruz bu oyuncaklardan.
::: http://www.mine-control.com/
::: http://www.k2.t.u-tokyo.ac.jp/members/alvaro/Khronos/
—
Fi tarihinde Nokia CP için kaleme alınmıştır.