Sinestetik durumlar karşısında, gerçek dünyaya uzanan parmaklar

 

Zamanın dalgalandırdığı bir çok yaşam için zamanı sanatıyla bir kenara iten ve bize gezegenimizin karartısını gösteren sanatçı, asıl gerçeğin hayal dünyamız olduğunu anlatıyor

Masmavi gökyüzü, yemyeşil ağaçlar, cıvıl cıvıl insanlar ve bir sürü çifte sıfatlı yapı. Ah, ne güzel bir dünya değil mi? Değil elbette. Özgür dünyada herşeyin kalıplara hapsolduğu bir yapıdan söz ediyoruz. Eğitim verirken, o ilk kalemi elimize aldığımız sıralarda, gördüğümüz resim derslerinde öğreniyoruz bu kalıpları. ‘ Gökyüzü mavi, güneş kırmızı olacak ‘. Kaç tane çocuğun gökyüzünü pembeyle, ağaçları siyahla, suyu kırmızıyla boyadığını gördünüz? Dünyanın her yerinde sayılıdır bu insanlar. Zdzislaw Beksinski de onlardan biri.

Karanlık çağların tekrardan yaşandığı bir döneme doğan sanatçı, size düşlerini anlatırken bu renkleri ve bu gezegeni çok iyi kullanıyor. 1929 Şubat Polonya doğumlu Zdzislaw Beksinski çoğu sanatçı gibi çocukluğunda bi’şeyler karalıyor elbet, fakat kendini bir ressam olarak tanıması mimarlık eğitimi aldığı yıllara denk geliyor.
Resimin öncesinde fotograf Beksinski için daha ön planda ve daha gerçek. Daha gerçek çünkü O, her zaman sadeliğin tek bir karakterden çıkarak esere gerçeklik kattığını düşünmekte. Siyah ve beyaz fotograflarında insanlar ve betonarme doğadan tasarladığı sahnelerin tümünde bir tekillik mevcut. Zorlama bir uyumu gözler önüne seriyor sanatçı. Doğadan bahsediyorsak hangi doğa, insandan bahsediyorsak hangi insan? Gençlik yıllarının ikinci dünya savaşına denk geldiğini gözönünde bulunduracak olursak, bu Polonyalı gencin de Nietzsche ile aynı kaderi farklı alanlarda yaşadığını görüyoruz.

Hiçbir zaman doğanın bir parçası olamayışı, başkalarının doğasının ise ta kendisi oluşu, her disiplindeki ürünlerinde gözler önüne seriliyor. Heykeltraş yanını da işte bu kavramsız varlığıyla besliyor. Eğitimi bittiği süreçte ise artık kendini tamamiyle resime adıyor. Bu arada da genç Beksinski kişiliğini tamamlıyor ve kendine has prensiplere sahip oluyor. Hiçbir zaman yabancı bir dil konuşmuyor, hiçbir ideolojik görüş ya da grupla bütünleşmiyor. Ve hatta politikadan da nefret ediyor. Yaşadığı karmaşık çocukluk, ardından gelen ordan oraya taşınma süreci içerisinde atlattığı badireler ona hayatın sadece ‘ kendisi ‘nden ibaret olduğunu gösteriyor. Bu sistemde yaşamak için kendisi olarak kalmayı tercih eden sanatçı, 1970 ve 80’lerde artık sürreal dünyanın çok da ötesini yaratarak İsviçreli sanatçı H.R.Giger’ın deyimiyle ‘döneminin ve sürrealizmin bir diğer’ ustası oluyor. Bahsedilen bir diğer usta ise elbette Salvador Dali.

Zdzislaw Beksinski, uzun bir zaman ‘yapabildiğini bilip başkalarına gösterme ihtiyacı duymayan insan’ olarak anılıyor. Onun eserlerini hiçbir kişisel sergi başlığı altında göremiyoruz. Hiçbir zaman da buna taraftar olmuyor. Bir fotograf sanatçısı ünvanı ile yaşadığı yıllarda Bileşmiş Polonya Fotograf Sanatçıları kurumunun sergilerine katılıyor. Ardından gelen ressam kimliğinin ürünlerini ise görmek için müzelerin ve koleksiyoncuların kendi arşivlerini açmalarını bekliyoruz. Tabi bu durum bir noktada son buluyor. 1975 yılında, tüm halktan gelen oylarla Polonyo Cumhuriyetinin otuz yılı içinde en iyi ressamı olarak onurlandırılıyor. Bu onur karşısında yapıtlarının sergilenmesine izin veriyor. Artık Polonya ve Avrupa’da bir çok sergisi oluyor sanatçının.

1977 yılına geldiğimizde ise sanatçının içe kapanık tavrının daha da güçlendiğini görüyoruz. Doğduğu yer Sanok’tan Varşova’ya taşınan Beksinski, burda tamamıyla toplumdan kendini soyutluyor. ‘ Sanatçı fanus’unda kapalı kalmayı seçen Beksinski, insanları dehşete düşüren gerçeklik ve güzellikteki eserlerini de bu yıllarda ortaya çıkartıyor. Akrilikle olan yakınlığı, ışık efeklerini de başarılı bir şekilde kullanışı, detayları ve hikayesiyle eserlerinin bütünlüğünü perçinliyor. Bir tabloya her bakışınızda başka bir detayı farkediyorsanız, eserleri üzerindeki ağır çalışma şartlarını da zamanla daha da net görüyorsunuz demektir. Ağır çalışma koşulları ise şu şekilde oluşuyor.

Zdzislaw Beksinski’nin klasik müzik tutkusu herşeyden de önce başlar. Özellikle gotik ve barok dönemin eserleriyle içiçe yaşar Beksinski. Her yerde her zaman müzikle yaşar. Bulunduğu mekanda klasik müzik eserleri eşliğinde, evinden hiç çıkmadan, günde yirmi saat tablosunu boyayarak yaşamının büyük bir kısmını götürür. Kendisinde müziğin etkisini de yadırgamaz sanatçı ve şöyle der: ‘ Benim eserlerimdeki canlı renklerin ölü renklerle içiçe geçmesi müzikal bir matematiğe bağlıdır. Tıpkı bir senfonide olduğu gibi desen sahne alır, bir bulanıklık seyirciyi sarsar, giderek artan renklerin çığlıkları her şey bittiğinde eseri tüm doğallığıyla kucağınıza bırakır. Tabloda görüdüklerim, notaların renkleridir. ’

İnsanların hayal dünyasına farklı bir bakış açısı, sanatçıların önlerine ayrı bir dünya yarataıp koyan Zdzislaw Beksinski tüm eserleriyle Dünya fantastik realizm çıtasını sürekli tekmeleyerek yukarılara çekiyordu. Her ne kadar içine kapalı biri olsa da yaşamı seven bu inatçı ihtiyar, ne yazık ki 22 Şubat 2005’de evinde ölü bulunuyor. Oğlunun bir arkadaşının yardımları ile Varşova’daki evine gelen iki genç, yüzyılların cahilliğiyle, kendisi de bir eser olan sanatçıyı vahşice bıçaklayarak öldürüyorlar. Kasvetli bulutlar altında dolanmaktan asla vazgeçmeyen Zdzislaw Beksinski, bulutlardan aldığı siyahla şu an cenneti karartıyor olsa gerek.

::: http://www.beksinski.pl/

Fi tarihinde Burger King Whop için kaleme alınmıştır.