Genel tabiriyle telif hakları yasaları nedeniyle kültür endüstrisinin yaşadığı sıkıntıları görüyoruz. Ne yazık ki endüstri kendi yaşadığı sıkıntıların bin katını tüketicilere yaşatıyor. Müşterisini baltayla kovalıyor, daha fazlası için boğazına basıyor. Sanatçı adam bunu yapmaz diyebiliriz, di mi? Bunu yapsa yapsa bir an olsun gardlarını düşürmeyen ‘hak savunucuları’ yapar. Onlar; tıpkı devletler gibi hücumu savunanlardan.
Çeşitlilik ve üretimde sayısal üstünlüğü nedeniyle en sert kapışmalar müzik endüstrisiyle gündeme geliyor. Konu başlıkları da absürd sahnelerden oluşuyor. Bilenler anımsayacaktır; 2010 yılında Minnesota’daki bir kadın, 2006 yılında KaZaa’dan 24 parça indirdiği için parça başına 62.500 $, yani toplamda 1.5 m. $ ile cezalandırıldı. Jüri böyle karar verdi, Capitol Records’a bu parayı ödeyecekti. Parçaları iTunes’tan indirse hepi topu 24 $ tutuyordu. Niye oradan indirmiyordu sahi; bu para müzisyenlerin hakkı değil mi yani? Jammie Thomas-Rasset hayatı boyunca uğraşsa bu parayı toplayamazdı. Bunu bilen RIAA da (bizim mü-yap gibi Amerikan kayıt endüstrisi hak sahipleri birliği) kendisine geçtiğimiz senelerde ‘25.000 dolar öde, tatlıya bağlayalım bu işi.’ diyor, kadın onu da kabul etmiyor. 2010 Kasım’ında hala bu işten nasıl başını kurtaracağını düşünüyordu kendisi, şuradaki haberi irdeleyerek dilerseniz hikayenin devamına web’den ulaşabilirsiniz.
Milyar dolarlar üç beş kuruşa karşı
Hukuğun teoride ve pratikte dönüşerek değişmekte olan toplumsal düzenlere ayak uydurması mümkün değil. Bugün görüyoruz ki internette dosya paylaşımı ilerleyeli – hadi p2p’nin Napster’la yaygınlaştığı zamandan bu yana diyelim – 1999’dan beri geçen 13 yıl sonunda yeni yeni uluslararası kanunlar oturtulmaya çalışılıyorlar. Bir şekilde ama ağızlarından hak kelimesini eksiltmeden ACTA gibi HADOPI, PIPA ve SOPA‘yı da evirip çevirip farklı platormlarda önümüze getirdiler. Tüm bu yasa tasarıları sinsice köşelerinde bekliyorlar şimdilik, kimsenin özgürlüklerini feda etmeye niyeti yok.
İnsanın olduğu yerde hukuk varlığını gerekli kılıyor. İnterneti gerçek hayattan bağımsız birşey olarak görmemiz bizi anca paranoyakça sonuçlara ulaştırıyor. İnternet de içerisinde kişisel temsiliyetinizin ve mahremiyetinizin bulunduğu bir kamusal alandır. Tek farkı özgürlükleriniz biraz önce yaşadığınız zamanki gibi sınırlı değildir, yaptıklarınızdan ve sonuçlarından direkt siz sorumlusunuzdur. Anlaşmazlıkları püskürtmek için bilgisayarınıza yapılacak saldırılarla da yüzleşeceksinizdir, paylaştığınız içeriğin niteliğine göre pohpoh’u da siz alacaksınızdır. Bunlar olurken kişi ya da kişiler arasında bürokratik taşıyıcılar yoktur, bir siteyi açmak için başvuru formu doldurmazsınız, bir link paylaşmak için izin almazsınız, bir problem yaşıyorsanız çözümü size aittir. İnternet; bireyin sürekli ve tekrar tekrar kendini aşmasını sağlayan ve bireyin kendinden sorumlu olduğu post-modernizmin çürümesini sağlayacak gbfgv yaşam biçimidir.
Aslında sanal – gerçek ayrımı yap deseniz bence cyberspace/siberuzay denilen yer daha ‘gerçektir’. Onca bilgiyi sokakta yürürken alamazsınız, haydi diyelim aldınız o bilgileri anında uygulayıp beyninizi o hızda çalıştıramazsınız. İnsanın yegane öğreticisi taklit yeteneğini internete bağlı olduğunuz zaman zirve yapar, gördüğünüz bilgi ve stil çeşitliliği beyninize yüklenir; farkında olmasanız dahi beyninizin içinde sürekli yeni yollar gelişmektedir.
Gel gelelim bugüne. Hatta tam da bu güne. Aslında bu yazıyı Piratebay ve xHamster‘a BTK gözetiminde TTNET tarafından yapılan yasadışı sansür denemelerine ayırmıştım. TTNET’in paket düşürerek, yani belli linklerin musluklarını kısarak onları iş görmez hale getirmesini açıklayacaktım. Fakat tam da konuyu buraya bağlarken önüme bir haber düştü.
Kültür Bakanlığı Avrupa Birliği’ne de sunmak üzere telif hakları ile ilgili yeni bir taslak metin hazırlamış. Detaylarına henüz ulaşamadım ancak haberde Av. Dr. Cahit Suluk tasarıyı şöyle anlatırken görüyoruz: “Sözgelimi, bir telif ihlali yapan kişinin, banka hesaplarının bloke edilmesinden taşınır mallarına el konulmasına ve hatta tapu kayıtlarına şerh düşülmesine kadar bir dizi ağır önleme yer veriliyor. Benzer şekilde telif hakkını ihlal eden bir ürünün gümrüklerde herhangi bir işleme tabi tutulması halinde bu ürünlere el konulabilecek.” Çüş dediğimi duyar gibisiniz, di mi? İşte haberin detayları: 1 Nisan 2012
Haberde insanlıktan çıkan bir yer daha var, neden insanlıktan çıktığını da birazdan açıklayacağım. Av. Dr. Cahit Suluk diyor ki “Telif Yasası’nda yapılması düşünülen değişiklikle müzisyen, sanatçı, yazar ve çizer gibi telif hakkı sahiplerinin daha fazla telif kazancı elde etmesinin yolu açılıyor.” Güzel oluyor, sanatçı bir tane iş üretsin, parasını alsın. Alsın, almasın diyen yok fakat baltayı yanlış taşa vurup vurup taş kırmaya çalışıyorlar. Yazının girişinde verdiğim örnek baltayı köreltene kadar gidildiğini gösteriyor. Peki bizim devlet kör mü bunları görmüyor? Görüyor elbet, pazarlıklarla girmişler tasarıya. Fransız Anayasa Mahkemesi’nin benzer yaptırımlar öneren HADOPI yasasını geri çevirişlerini biliyorlar. ACTA’nın sonucu SOPA’nın dünya genelinde Google dahil birçok ticari kurumun karşısında durduğu uluslararası protestoları da takip ediyorlar. O nedenle büyük oynamışlar, pazarlık yaptıkça ellerinden birşeyler düşürecekler. En son geleceği yer olarak da gene dönüp dolaşıp insanların iletişim özgürlüğünü gasp etmeye vardıracaklar: Hak ihlali varsa tümden iletişimini kesin, buna internet vermeyin!
Bilginin bir sahibi mi var?
Belirtmemde yarar var, üst paragraftaki giriş söyleminin insanlıktan çıktığı nokta paragrafın sonundaki iletişim özgürlüğü değil. O belki ikinci derece bir varlık gösteriyor şimdi söyleyeceğimin yanında: Binlerce yıllık insanlık kültürüne bağlı olarak ortaya çıkan bilgiler ışığında bir üretim yapıyorsanız hiçbir ücret ödemeden aldığınız bu bilgileri aldığınız yere fahiş fiyatlara satamazsınız. Kısaca; yemek yediğiniz yeri pisleyemezsiniz. İşte insanlıktan çıkmak tam burada; tüzel ve özel kişiler arasında seçim yapmadan hepsinin gözlerinin içine baka baka ağzının ortasına etmekle başlıyor.
Her ne bilgi üretirsek üretelim o bilgiler bizimle var olup bizimle ölecek değillerdir. O bilgi bize vahi şeklinde gelmiyor, biz de doğar doğmaz o bilgiyi ortaya çıkartamıyoruz. Birşeyler öğrenmiş, peşi sıra da yaşadıklarımıza göre o bilgileri kendimizce düzenleyerek insanlarla paylaşıyoruz. Yaşadığımız çağın ekonomi-politiği gereği modern çağın prodüksiyon şirketleri kazançlarını müzisyenlerin daha çok dinleyiciye ulaşma isteği üzerinden kazanıyorlar. Pearl Jam’in Sony’e geçtiğinde aldığı tepkiye verdiği cevapla blues plakları basıldığında müzisyenlerin düşündüğü aynıydı: Daha fazla dinleyiciyle ulaşmak, düşüncelerini daha fazla insana yaymak.
Müzisyenin dinleyicisiyle arasına hançer saplayan kıskanç prodüksiyon şirketlerinin tepkisizliği hem kendilerini hem müzikseverleri yıpratmaktan başka bir işe yaramıyor. Şu an hem müzisyenler hem dinleyiciler açısından ulaşılabilir olmak geçerli akçe. Köhne ekonomik modeli ister istemez baltalanan kurumların yapacağı şey müziği oluşturan insanlık bilgisini kendi tekellerinde gibi görüp hareket etmek olmamalı. Her bir notanın sahibiymiş gibi onur kırıcı şekilde davranmak sattıkları ürünün ruhuna aykırı.
Müzisyenler için gelir kaynağı her zamanki gibi sahne performansı, o değerini hep koruyacak. Şirketlerin ise kullanıcı için cazip gelir modelleri yaratmaları gerekiyor. Bir grubun 10 parçasını satın alana özel baskı tişört vermek gibi pazarlama yollarına girebilirler. Direkt bireysel müzik severin kulağından para çekmek bu devir için artık adaletini yitirdi. Hakkını koruduğun bir müzik eseri gelir amaçlı bir platformda kullanılırsa git payını söke söke al. Dizilere, parti marşlarına, reklam müziklerine manevi hakları da gözeterek fiyatını biç. Ekonomik işleyiş için anlaşılır olan bu modelin son kullanıcıya uygulanış tarzı işe saygısız ve aşağılayıcı. Bir kişiye milyar dolarlık onlarca kişi arkalarına da günümüz kanunlarını alarak yükleniyor. Haneye tecavüzden beter, büyük bir çıkar grubu keyfinize keyfe kader değer biçiyor.
İnsana dair olanı insana değer yükleyerek anlamsızlığın çöplüğünden para kazanan bu sektörlerin hepsi yeni yollar bulabilmeye çalışıyor. Kaba örnekler verecek olursak sinema para vermeye değer 3D izleme lüksünü sunuyor, kitabın kokusu hala değerini koruyor, internet radyoları, iTunes, Radiohead ve NIN’in yaptığı gibi ne kadar istersen o kadar ver yöntemi ortada duruyor; daha gani gani yöntem istenince bulunuyor. Yokluğun kuburunda kurumaya yüz tutan müzik endüstrisi ve devletlerin bu son çırpınışa tam kulaç destek vermesi hepimize vakit kaybettiriyor. Bir grup arsız bilginin deresini tıkıyor.